İnsanoğlunun dünyayı mesken edindiği, farklı coğrafyalara
yayıldığı ve Dünya toplumlarının temel unsurlarını oluşturduğu Paleotik dönem,
yazılı kayıtların olmayışı ve sert iklim koşullarının ortaya çıkarttığı
zorluklar nedeniyle yeteri kadar aydınlatılamıyor. Bu nedenden ötürü Tarihçiler
bu döneme karanlık ve kayıtsız tarih adını veriliyor. On binlerce yıldan oluşan
bu tarih dilimi, insanlığın temellerinin atıldığı bir dönem olmasının yanında en
bilinmeyenli dönem unvanını da fazlasıyla hak ediyor.
İki buçuk milyon yıl önce başlayıp, 600 bin yıl önce zirve
noktasına ulaşan buzul çağı, 100 Bin yıl önce ısınmaya başlamış ve nihayetinde
10 Bin yıl önce tamamen sona ermişti. Sert iklim değişiklikleri nedeniyle
insanoğlunun yayılıp çoğalmasına engel olan buzullarla dolu kuzey coğrafyası,
insanoğluyla birlikte diğer canlılarında çoğunu Afrika steplerine hapsetmişti.
Doğa koşullarıyla birlikte vahşi ve yırtıcı hayvanlarla da mücadele etmek
zorunda olan insanoğlu, zorlu yaşam mücadelesini sürdürdüğü coğrafyada uzun
süredir varlığını sürdürmekteydi.
Paleotik çağı yaşayan ilk insanlar gırtlak sesleriyle konuşarak
anlaşabiliyordu. Birbirleriyle iletişim kurabilen, plan yapabilen, küçük
topluluklar halinde hareket edebilen bu insanlar henüz sayıları çok azken kabile
düzeni sayılamayacak küçük topluluklar halinde mağara ve doğal zorluklardan
korunaklı bölgelerde bir arada yaşamaktaydılar. Sayıları ancak binlerle ifade
edilen bu topluluk, zaman içerisinde doğal imkanlardan daha fazla faydalanmak
amacıyla kuzey bölgelerine doğru hareket etmeye başladılar. İlk insanlar ilk kez
ayrılıyor ve bölünüyordu. Zira aynı coğrafyada sıkışarak yaşamak, kısıtlı doğal
imkanları paylaşmakta zorluklara neden oluyordu.
Biyolojik olarak tam anlamıyla birbirlerine benzeyen bu
topluluk, ilerleyen zaman dilimlerinde küçük hareketlerle kuzey bölgelerine
doğru ilerlemeye başladılar. Bu ilerleme yaklaşık olarak 30 bin yıl kadar devam
etti. Halen kuzey bölgeleri ağır buzul ikliminden tamamen kurtulabilmiş değildi.
Bunun yanında Güney Afrika ılıman ve yağmurlu iklimine sahipti. Kuzeye doğru
gerçekleşen bu ilk göç hareketi 70 Binli yıllara kadar sürdü. Kuzey bölgeleri
buzul çağının etkisinde, güney bölgeleri ise ılıman ve yağmurlu iklime sahipti
ancak Afrikanın kuzey bölgesi Çöl halindeydi. Ağır karasal iklim, bu topluluğun
kuzeye doğru göçünü imkansız hale getirmişti.
Göç hareketinin, denize paralel
olarak Afrikanın doğusundan yukarı doğru ilerleyişi Kızıl Deniz sahillerinde son
buldu. Kavurucu çöl sıcaklarıyla baş edemeyecek olan bu ilk ilkel insanlar,
kendilerine çıkış yolu olarak Arap yarım adasını buldular. Arap yarım adası ile
Afrika kıtaları arasındaki en yakın nokta, bugün Cibuti olarak anılan Afrika
ülkesi ile Yemen arasında bulunan, Aden körfezi ile Kızıl Denizi ayıran darboğaz
alandır. Bu alan, günümüzde yaklaşık olarak 30 Km. civarında bir mesafede
bulunur.
70 Bin yıl önce halen devam eden buzul çağının etkisiyle suların daha
sığ olduğunu düşünecek olursak, tahminlere göre bu mesafe birkaç kilometre
kadardı ve çok daha sığdı. İlk Afrikalı insanlar, bu sığ deniz geçidinden
geçerek, Kızıl Deniz’i aşıp yeni bir Kıtaya ayak basmış oldular. Paleotik
Çağ’daki dönüm noktası olan bu göç hareketi, Afrikalı ilk insanların Dünyaya
yayılmasında kilometre taşı kabul edilir.
İnsanoğlu için yeni bir dönem başladı. 70 Bin yıl önce
gerçekleşen bu göç hareketi ile ilk insanların bir bölümü Afrika’da kalmış, göç
hareketine girişen diğer bölümü Arap yarım adasına ayak basmıştır. Yapılan
araştırmalar, Afrika’nın kuzeyinde olduğu gibi Arap yarım adasının güneyinde de
ağır çöl ikliminin bulunduğunu ortaya koyuyor. Arap Yarım adası, bugün olduğu
gibi bundan 70 Bin yıl önce de Çöl iklimine sahipti.
Bu konu üzerinde uzun süre
çalışmalar yapan Paleontologlar, tutarlı bir dayanak bulunamayan bu tezden
vazgeçmeyi bile düşündüler. Ancak yakın zamanda yapılan araştırmalar çok ilginç
sonuçlar ortaya çıkarttı. Göç hareketinin gerçekleştiği bölgede yapılan kazı
çalışmaları, bu bölgelerde küçük tatlı su kaynakları olduğunu ortaya çıkarttı.
Üstelik bu bölgelerden göç eden topluluklara ait kalıntılara da ulaştılar.
Böylelikle ilk insanların Afrikadan Arap yarımadasına çıktığı kesin olarak
tespit edilmiş oldu.
Arap yarım adasının güneyinden, bugünkü yemen sahillerinden
devam eden göç hareketi, kuzeydeki çöl iklimine rağmen sahil boyunca seyrekte
olsa bulunabilen tatlı su kaynakları ile mümkün olabildi. Yemen sahilleri
boyunca ilerleyen topluluklar, ağır çöl ikliminin hakim olduğu coğrafyada tam
anlamıyla bir vaha ile karşılaştılar. Bugün Dahar Vadisi olarak anılan bölge,
bundan 70 Bin yıl önce, Arap denizindeki hava akımları sonucu oluşan küçük çaplı
bir iklimin etkisindeydi.
Etrafı çöllerle kaplı olan bu bölge, muson
rüzgarlarının ortaya çıkarttığı küçük çaplı iklimin etkisiyle bolca yağmur
alıyordu. Etrafı çöl iklimiyle çevrili olan vadi, aldığı yağmurların etkisiyle
geniş bitki ve hayvan çeşitliliği ile yaşam için fevkalade ideal bir bölge
oluşturmuştu. İlk insanlar, daha önce karşılaşmadıkları bu fevkalade
çeşitlilikteki bölgeye yerleşerek ve doğal kaynakların sağladığı imkanlarla bu
bölgeyi uzun süre mesken tutarak hızla çoğaldılar. Öyleki bulundukları bölgeyi
dolduran insanlar, zaman içerisinde göç etme ihtiyacı hissederek arap yarım
adasının sahillerinden doğuya doğru yeni göç hareketleri başlattılar.
İlk insanın dünyaya yayılışını bu noktaya kadar adım adım takip
edebildik. Afrika’da ortaya çıkan ilk insan toplulukları önce kuzeye, sonra Arap
yarım adasına çıktılar, Yemen sahilleri boyunca ilerleyerek Dahar Vadisine
ulaştılar. Yaşanabilir tabiatın etkisiyle hızla çoğalarak sayıları artan bu
insan toplulukları için artık belirli bir güzergah olmayacaktır.
Arap yarım
adasının güneyinden sahil boyunca devam eden göç hareketiyle önce Asya’ya, sonra
dünyanın pek çok farklı bölgesine dağınık şekilde göç hareketleri başlatan ilk
insanlar, hızla çoğalmaya ve yayılmaya başladılar. Böylece Yerküre, İnsanoğlu
ile tanıştı.
Farklı coğrafyaların, farklı iklim koşullarının, farklı güneş
ışın açılarının, topraktaki farklı radyoaktivitelerin tesiriyle genetik olarak
farklılaşan İnsan toplulukları, dağıldıkları coğrafyalarda kendilerine has
genetik ve fiziki görünümlere ayrılmış ve insanlığın temelini teşkil eden ilk
etnik unsurları ortaya çıkartmış oldular. İlk dönemlerinde gırtlak sesleriyle
anlaşan insanlar, çoğalarak iletişim kurmaya başlamış, gırtlak seslerinden dil
ve dudak seslerine geçerek dilleri oluşturdular.
Bu lisanlar topluluklar
arasındaki mesafelerin etkisiyle ayrı ayrı geliştiği için ayrı ayrı diller
meydana gelmiş oldu. Dilleri ayrılan insanlar, haliyle iletişim güçlükleri
sebebiyle ayrışarak etnik unsurlar haline geldiler. Sayıları hızla artan
insanoğlu, uzun süre bir arada yaşayarak kendi yaşayış tarzlarını ve kendi
kültürlerini oluşturdular.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder