İlk insanın ortaya çıkışı. Açıkçası günümüz için halen bir
bilinmeyen ve gizemli bir olgu. Evrenin varoluşunu, yerküre üzerindeki ilk
canlının ortaya çıkışını, milyonlarca yıl önce yaşanmış buzul çağlarını ve canlı
türlerini keşfedebilen bilim dünyası henüz İnsanlığın Varoluşu ile ilgili
bilinmeyeni tam anlamıyla çözebilmiş değil.
Bilinmeyenlerle dolu bu gizemli varoluş süreci ancak kısıtlı
teorilerle açıklanabiliyor. Üstelik sunulan teoriler temel dayanaklarında bile
birbirleriyle çatışıyor. İnsanlığın ortaya çıkışı ile ilgili bilinmeyene
yolculuğumuzda, bilim dünyasının ortaya çıkarttığı tezleri incelemek ve mantıklı
olana itibar etmekle yetineceğiz.
Bilim dünyası, insanlığın kökeni Cromagnon (Kro Magnum) ve
Neandertaller dir der. Tam olarak insan olmayan bu tür, insanın atası ve evrim
teorisindeki insanla maymun arası bir geçiş evresi olarak değerlendiriliyor.
Varoluşları 500 Bin yıl öncesine dayandırılan bu türler, tam olarak insan
sayılmamakla birlikte hayvan olarak da nitelendirilmiyor. Konuşmayan, yazmayan,
bunun yanında aklıyla hareket eden bu türler, zaman içerisinde insana dönüşerek
yeryüzüne dağılmış olduğu ve buzul çağının ortadan kalkmasıyla evrimini
tamamladığı kabul edilir.
Evrim teorisinin sunduğu bu teze göre modern insanın atası olan
Cromagnon, 500 Bin – 200 Bin yılları arasında varolmuş, 200 Bin’li yıllardan
sonra Homo Sapiens’e dönüşmeye başlamış ve günümüz insanı ortaya çıkmıştır.
Halen pek çok bilimsel çevre bu teze itibar ediyor, bunun yanında hem tezi
destekleyen hem de karşı çıkan çevrelerce bu teze tezat düşen bulgular üzerinde
münakaşaya devam ediliyor.
Özetleyecek olursak Bilim dünyası bu konuda kararsız. En azından
tartışmasız bir karara varabilmiş değil. Peki kutsal kitaplardan
edinebileceğimiz bilgiler nelerdir? Bu noktada Bilim ile Din’i çatıştırma yada
kıyaslama yapmayacağız. Hem Bilimden hem de Din’i ilimden elde edeceğimiz
bulgularla mantık yürüteceğiz.
Kutsal kitaplar, özellikle de Kur-an’ı Kerim, şüphesiz hem dünya
hem insan ile ilgili pek çok bilgi ve bulgu sunuyor. Bilimin, bilginin ve tarih
bilincinin çok kısıtlı olduğu bu dönemlerde, Kur-an’ı Kerim’in hem dünyanın hem
dünya üzerinde yaşayan canlılar hakkında pek çok bilimsel bulgu sunuyor olması
hepimiz için şaşırtıcı ve ibret verici kabul edilir. Atmosferin katmanlarını,
hücrenin yapısını, evrenin tasarımını ve henüz yakın zamanlarda ulaşabildiğimiz
bilimsel verilere, günümüzden 1400 yıl önce “Anlayabileceğimiz bir dille” bize
sunulmuş olması, insanlığın varoluşu ile ilgili ipuçlarını araştırırken de
faydalı olabilecek bilgilere sahip olabileceğini düşündürüyor.
Kur-an ve tahrife uğramış olsa bile İncil ve Tevrat,bize
insanlığın varoluşu hakkında belli noktalarda net bilgiler veriyor. Kur-an,
insanın bir “çamurdan bir hülasadan” yaratıldığını ifade ediyor. Bu ifade de
hülasa, cümle içindeki anlamı itibariyle süzülmüş, özetlenmiş, kaynak olarak
kullanılmış gibi anlamlarla ifade ediliyor. Tefsirlerden yorumlayabildiğimiz
kadarıyla İnsanoğlunun, bir çamurun içerisindeki ilahi bir kıvılcımla ortaya
çıktığı anlaşılıyor. Evrim teorisinin bu konu hakkındaki tezi, canlı türlerini
oluşturan ilk hücrenin su ile toprağın birleştiği bir noktada oluşan bir
hücreden meydana geldiğini, bu hücrenin denizde canlı türlerinin oluşumunu
sağladığını, sonrasında canlıların sudan çıkarak diğer türleri oluşturduğunu
savunur. Bu bakış açısı kimi din adamlarının Evrim teorisi ile Kuran’ın
örtüştüğünü, aynı oluşumu anlattığını savunur. Nitekim, Kur-an, maddi ve şekil
olarak bir tarifte bulunmadığından, belirtilen bu ipucunun şekil olarak
anlaşılması pek mümkün olmamaktadır. Zira din kitaplarına biyoloji yada benzeri
bir konsantre bilim kitabı olarak bakmak yanlış olacaktır. Elbette Kur-an bize
anlayabileceğimiz nispette bir özet bilgi veriyor. Biz bu bilgiyi ipucu olarak
kullanıp merakımızı gidermeye çalışacağız.
Hem bilimin, hem Kur-an’ın bize sunduğu ipuçlarıyla elde
ettiğimiz bulgu, çok net olmamakla birlikte kaynak olarak kullanabileceğimiz bir
ortak sonuç ortaya koyuyor. İlk insanın tek bir noktada oluştuğu, bu insanın
çoğalarak diğer insan topluluklarına temel teşkil ettiği kabul edilebilir bir
gerçek. Paleontolojik çalışmalarda elde edilen ilk insanlara ait bilgiler,
günümüzden 100 Bin yıl öncesine ait. Yani ulaşabildiğimiz en eski insan
toplulukları bizden 100 Bin yıl önce yaşamıştır diyebiliriz.
İlk insanın ortaya çıktığı bölge halen tartışma konusu. Bu
konuda bilim çevreleri, yine elde edilen paleontolojik çalışmalarla insana ait
en eski buluntuların Güney Afrika’da olduğunu belirtiyor. Diğer bölgelerde var
olduklarına ait fosil bulguları bulunmamış olsa da Güney Afrika’ya sonradan göç
etmiş olduklarını kabul etsek bile, buzul çağının etkisi altında bulunan kuzey
bölgelerinde yaşam şartlarının zorluğu, diğer insanların yok olmuş olabileceğine
yada sayılarının azlığı nedeniyle varlıklarının insanoğlunun göç hareketleriyle
oluşan popülasyona bir katkı sağlamadığı görüşü daha ağır basıyor. Bu noktada
karşımıza iki olasılık çıkıyor. İnsanoğlu ya Asya’da ortaya çıktı, bir bölümü
Afrika’ya göç etti ve buradan Dünya’ya yayıldı ya da zaten Afrika’da ortaya
çıkmıştı.
Sonuca varacak olursak, insanoğlu günümüzden 100 Bin yıl önce
ortaya çıkarak Afrika’dan Kızıldeniz’i geçerek Arap yarımadasına, oradan da tüm
dünyaya yayıldılar. Buzul çağının halen devam ettiği bu dönemde sayılarının
birkaçbin’i geçmediği düşünülen ilk insanlar, yaşam imkanlarının daha geniş
olduğu bölgelere göç etmiş, sayıca çoğalarak toplumları, milletleri ve
kültürleri ortaya çıkartmışlardır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder