KRONOLOJİ
Selçuklular
1063-1072 Alp Arslan
1071 Malazgirt (Manzikert) Muharebesi
1081-1092 1. Süleyman
1092-ııo7 1. Kılıç Arslan
1107-1116
Melikşah
1116-ıı56 1. Rükneddin Mesud
1156-ıı92 il. Kılıç Arslan
1192-ıı96, 1204-1210 1. Gıyaseddin Keyhüsrev
1196-1204 il. Rükneddin
Süleyman
1204-1205 III. İzzeddin Kılıç Arslan
1210-1220 1. İzzeddin
Keykavus
1220-1237 1. Alaeddin Keykubad
1237-1243 11. Gıyaseddin
Keyhüsrev
1243 Kösedağ Muharebesi
1246-1248 il. İzzeddin Keykavus
1248-1265 iV. Rükneddin Kılıç Arslan
1249-1257 11. Alaeddin Keykubad
1265-1283 III. Gıyaseddin Keyhüsrev
1283-1284, 1284-1293, 1294-1301,
1303-1307 11. Gıyaseddin Mesud
1284, 1292-1293, 1301-1303 III. Alaeddin
Keykubad
1307 III. Gıyaseddin Mesud
İlhanlılar
1253-1265 Hülagu
1265-1282
Abaka
1282-1284 Ahmed Tegüder
1284-1291 Argun
1291-1295 Geyhatu
1295 Baydu
1295-1304 Gazan
1304-1316 Olcaytu
1317-1335 Ebu Said
Beylikler Geç 13. yüzyıl: Beyliklerin
kuruluşu
?-y .1324 Osman
y. 1324-1362 Orhan
1326 Bursa'nın
Osmanlıların eline geçmesi
1331 Nikea [İznik] Osmanlıların eline geçmesi
1337 Nikomedia [İzmit] Osmanlıların eline geçmesi
1330'lar Karesi'nin
Osmanlıların eline geçmesi
1344 İzmir'in kısmen Haçlı kuvvetinin eline
geçmesi
1354 Gelibolu'nun Osmanlılarca işgali
1362-1389 1. Murad
1369 Adrianopolis'in (Edirne) Osmanlıların eline geçmesi
1371 Çirmen
Muharebesi (Meriç)
1370'ler Germiyan ve Hamidoğullan beyliklerinin
Osmanlılarca fethi
1380'ler Teke'nin Osmanlılarca fethi
1385 Niş'in
Osmanlıların eline geçmesi
1387 Thessalonike'nin [Selanik] Osmanlıların
eline geçmesi
1389 Kosova Muharebesi
1389-1402 1. Bayezid
1389-1390 Aydın ve Menteşe beyliklerinin Osmanlılarca fethi
1394-1402
Konstantinopolis'in Osmanlılarca kuşatılması
1396 Niğbolu Muharebesi
1397 Karamanoğullarının Osmanlılarca alt edilmesi
1402 Ankara
Muharebesi
1402-1413 Osmanlılar arasında öldürücü çatışmalar dönemi
1413-1421 1. Mehmed
1416 Şeyh Bedreddin ve Börklüce Mustafa İsyanı
1421-1444, 1446-1451 il. Murad
1422 Konstantinopolis'in Osmanlılarca
kuşatılması
1430 Thessalonike'nin Osmanlıların eline geçm esi
1444
Varna Muharebesi
1444-1446, 1451-1481 il. Mehmed
1448 11. Kosova
Muharebesi
1453 Konstanti nopolis'in Osmanlılarca fethi
Bizans 1071-1078 VII. Mihail Dukas
1078-1081 III. Nikefo ros Botaneiates
1081-1118 1. Aleksios Komnenos
1118-1143 il. İoannes Komnenos
ıı43-1180 1. Manuel Komnenos
1180-1183 il. Aleksios Komnenos
1183-1185 1. Andronikos Komnenos
1185-1195, 1203-1204 11. İsakios Angelos
1195-1203 III. Aleksios
Angelos
1203-1204 il. İsak ios Angelos ve iV. Aleksios Angelos
1204 V.
Aleksios Dukas Konstantinopolis'in iV. Haçlı Seferi kuvvetlerince ele
geçirilmesi
1204-1261 Konstantinopolis Latin Krallığı
1204-1461
Trebizond [Trabzon] Latin Krallığı
1204-1222 I. Theodoros
Laskaris
1222-1254 III. İoannes Dukas Vatatzes
1254-1258 II. Theodoros
Laskaris
1258-1259 IV. İoannes Laskaris
1259-1282 VIII. Mihail
Paleologos
1282-1328 II. Andronikos Paleologos
1328-1341 III. Andronikos
Paleologos
1341-1391 V. İoannes Paleologos
1341-1347 Bizans'ta iç
savaş
1347-1354 VI. İoannes Kantakuzenos
1373-1376 II. Manuel
Paleologos
1376-1379 IV. Andronikos Paleologos
1391-1425 II. Manuel
Paleologos
1425-1448 VIII. İoannes Paleologos
1448-1453 XI. Konstantinos
Paleologos
29 Aralık 2019 Pazar
İnsanlığın Varoluşu ve İlk İnsanlar
İnsanlığın Varoluşu ve İlk İnsanlar. İnsanoğlunun ortaya
çıkışı ve ilk insan toplulukları ile ilgili araştırma
notları.
İnsanlığın varoluşu hakkında muhtelif tez ve teoriler sunulmaktadır. Evrim teorisi, tüm canlıların suda oluşan bir bakteri hücresinden, insanlığında bu hücrenin evrim süreci içerisindeki gelişiminden türediğini tez olarak sunmaktadır.
İslam dini ise insanlığın Adem ve Havva’nın yaradılışıyla türediğini tebliğ etmektedir. Buna mukabil Kur-an’ı Kerim’de Mü’minun suresi 12-14. Ayetlerinde “Andolsun biz insanı çamurdan (süzülmüş) bir hülasadan yarattık” ifadesi mevcuttur. Kimi din alimleri bu ayetin evrim teorisiyle uyuştuğunu ifade etse de bu konudaki görüş şahsa münhasırdır.
Elbette biz insanlığın varoluşu konusunda görüşü kişilere bırakacağız. İnsanlığın varoluşuyla birlikte başlayan Tarih sürecini inceleyerek , insanoğlunun etnik geçmişlerini özetleyeceğiz.
İlk Canlının Ortaya Çıkışı (3.7 Milyar Yıl)
Günümüzün gelişmiş teknikleri ve bu tekniklere dayalı teorilerle ortaya sunulan teze göre 15 Milyar yıl önce meydana gelen büyük patlamayla (Bing Bang) evren oluşmuş, 5 Milyar yıl önce dünya kütlesi meydana gelmiş, 3.7 Milyar yıl öncede Dünya üzerindeki ilk protein ortaya çıkarak ilk canlı hücresi oluşmuştur. En azından günümüz imkanlarıyla ulaşılabilen en kabul edilebilir bulgu bu doğrultudadır.
İlerleyen yüzbinlerce yılda, dünyanın ısı ve su dengesinin ortaya çıkarttığı müsait tabiatla ilk canlılar vücut bularak dünyanın ilk sakinleri haline geldiler. 1800’lü yıllardan itibaren yapılan çalışmalarla gün yüzüne çıkartılan Paleontolojik (Fosil bilimi) araştırmalar, milyonlarca yıl önce varolan canlılara ait önemli bilgilere ulaşabildiler. Ve anladık ki bizden milyonlarca yıl önce büyük kütleli, devasa etobur ve otobur canlılar dünyanın bizden önceki ev sahipleriydi.
Günümüzden 3.7 Milyar yıl önce ortaya çıkan canlılık ve yine zaman içerisinde ortaya çıkan canlı türleri 2.500.000 yıl önce meydana gelen büyük buzul çağıyla önemli ölçüde azaldı ve kimi türler tamamen yok oldu. Bu buzul çağı, milyonlarca yıl devam ederek yeryüzündeki canlıların varlıklarının gelişiminde ve çeşitliliğinde önemli ölçüde engelleyici rol oynadı. Hem canlı türlerinin çok kısıtlı olduğu, hem de soğuk hava koşullarının ipuçları bırakılmasına imkan vermediği bu süre zarfına ait bilgilerimiz oldukça kısıtlı.
2.500.000 yıl önce başlayan Büyük Buzul Çağı ile soğuyan yerküre, ancak 200.000 bin yıl kadar önce ısınmaya başlayarak canlı türlerine daha geniş yaşam imkanları sağlamaya başladı. Bu süreye kadar kısıtlı şartlarda yaşamlarını sürdürmeye çalışan canlı türleri ancak 200.000’li yıllardan sonra çoğalmaya ve yayılmaya başlayabildiler.
Buzul çağının tamamen son bulması ve yer kürenin buzul çağının etkisinden tamamen çıkması ancak 10.000 li yıllarda mümkün olmuştur.
İlk İnsanın Ortaya Çıkışı (M.ö. 200.000 li yıllar)
İlk insanın ortaya çıkışı. Açıkçası günümüz için halen bir bilinmeyen ve gizemli bir olgu. Evrenin varoluşunu, yerküre üzerindeki ilk canlının ortaya çıkışını, milyonlarca yıl önce yaşanmış buzul çağlarını ve canlı türlerini keşfedebilen bilim dünyası henüz İnsanlığın Varoluşu ile ilgili bilinmeyeni tam anlamıyla çözebilmiş değil.
Bilinmeyenlerle dolu bu gizemli varoluş süreci ancak kısıtlı teorilerle açıklanabiliyor. Üstelik sunulan teoriler temel dayanaklarında bile birbirleriyle çatışıyor. İnsanlığın ortaya çıkışı ile ilgili bilinmeyene yolculuğumuzda, bilim dünyasının ortaya çıkarttığı tezleri incelemek ve mantıklı olana itibar etmekle yetineceğiz.
Bilim dünyası, insanlığın kökeni Cromagnon (Kro Magnum) ve Neandertaller dir der. Tam olarak insan olmayan bu tür, insanın atası ve evrim teorisindeki insanla maymun arası bir geçiş evresi olarak değerlendiriliyor. Varoluşları 500 Bin yıl öncesine dayandırılan bu türler, tam olarak insan sayılmamakla birlikte hayvan olarak da nitelendirilmiyor. Konuşmayan, yazmayan, bunun yanında aklıyla hareket eden bu türler, zaman içerisinde insana dönüşerek yeryüzüne dağılmış olduğu ve buzul çağının ortadan kalkmasıyla evrimini tamamladığı kabul edilir.
Evrim teorisinin sunduğu bu teze göre modern insanın atası olan Cromagnon, 500 Bin – 200 Bin yılları arasında varolmuş, 200 Bin’li yıllardan sonra Homo Sapiens’e dönüşmeye başlamış ve günümüz insanı ortaya çıkmıştır. Halen pek çok bilimsel çevre bu teze itibar ediyor, bunun yanında hem tezi destekleyen hem de karşı çıkan çevrelerce bu teze tezat düşen bulgular üzerinde münakaşaya devam ediliyor.
Özetleyecek olursak Bilim dünyası bu konuda kararsız. En azından tartışmasız bir karara varabilmiş değil. Peki kutsal kitaplardan edinebileceğimiz bilgiler nelerdir? Bu noktada Bilim ile Din’i çatıştırma yada kıyaslama yapmayacağız. Hem Bilimden hem de Din’i ilimden elde edeceğimiz bulgularla mantık yürüteceğiz.
Kutsal kitaplar, özellikle de Kur-an’ı Kerim, şüphesiz hem dünya hem insan ile ilgili pek çok bilgi ve bulgu sunuyor. Bilimin, bilginin ve tarih bilincinin çok kısıtlı olduğu bu dönemlerde, Kur-an’ı Kerim’in hem dünyanın hem dünya üzerinde yaşayan canlılar hakkında pek çok bilimsel bulgu sunuyor olması hepimiz için şaşırtıcı ve ibret verici kabul edilir.
Atmosferin katmanlarını, hücrenin yapısını, evrenin tasarımını ve henüz yakın zamanlarda ulaşabildiğimiz bilimsel verilere, günümüzden 1400 yıl önce “Anlayabileceğimiz bir dille” bize sunulmuş olması, insanlığın varoluşu ile ilgili ipuçlarını araştırırken de faydalı olabilecek bilgilere sahip olabileceğini düşündürüyor.
Kur-an ve tahrife uğramış olsa bile İncil ve Tevrat,bize insanlığın varoluşu hakkında belli noktalarda net bilgiler veriyor. Kur-an, insanın bir “çamurdan bir hülasadan” yaratıldığını ifade ediyor. Bu ifade de hülasa, cümle içindeki anlamı itibariyle süzülmüş, özetlenmiş, kaynak olarak kullanılmış gibi anlamlarla ifade ediliyor. Tefsirlerden yorumlayabildiğimiz kadarıyla İnsanoğlunun, bir çamurun içerisindeki ilahi bir kıvılcımla ortaya çıktığı anlaşılıyor.
Evrim teorisinin bu konu hakkındaki tezi, canlı türlerini oluşturan ilk hücrenin su ile toprağın birleştiği bir noktada oluşan bir hücreden meydana geldiğini, bu hücrenin denizde canlı türlerinin oluşumunu sağladığını, sonrasında canlıların sudan çıkarak diğer türleri oluşturduğunu savunur. Bu bakış açısı kimi din adamlarının Evrim teorisi ile Kuran’ın örtüştüğünü, aynı oluşumu anlattığını savunur.
Nitekim, Kur-an, maddi ve şekil olarak bir tarifte bulunmadığından, belirtilen bu ipucunun şekil olarak anlaşılması pek mümkün olmamaktadır. Zira din kitaplarına biyoloji yada benzeri bir konsantre bilim kitabı olarak bakmak yanlış olacaktır. Elbette Kur-an bize anlayabileceğimiz nispette bir özet bilgi veriyor. Biz bu bilgiyi ipucu olarak kullanıp merakımızı gidermeye çalışacağız.
Hem bilimin, hem Kur-an’ın bize sunduğu ipuçlarıyla elde ettiğimiz bulgu, çok net olmamakla birlikte kaynak olarak kullanabileceğimiz bir ortak sonuç ortaya koyuyor. İlk insanın tek bir noktada oluştuğu, bu insanın çoğalarak diğer insan topluluklarına temel teşkil ettiği kabul edilebilir bir gerçek. Paleontolojik çalışmalarda elde edilen ilk insanlara ait bilgiler, günümüzden 100 Bin yıl öncesine ait. Yani ulaşabildiğimiz en eski insan toplulukları bizden 100 Bin yıl önce yaşamıştır diyebiliriz.
İlk insanın ortaya çıktığı bölge halen tartışma konusu. Bu konuda bilim çevreleri, yine elde edilen paleontolojik çalışmalarla insana ait en eski buluntuların Güney Afrika’da olduğunu belirtiyor. Diğer bölgelerde var olduklarına ait fosil bulguları bulunmamış olsa da Güney Afrika’ya sonradan göç etmiş olduklarını kabul etsek bile, buzul çağının etkisi altında bulunan kuzey bölgelerinde yaşam şartlarının zorluğu, diğer insanların yok olmuş olabileceğine yada sayılarının azlığı nedeniyle varlıklarının insanoğlunun göç hareketleriyle oluşan popülasyona bir katkı sağlamadığı görüşü daha ağır basıyor. Bu noktada karşımıza iki olasılık çıkıyor. İnsanoğlu ya Asya’da ortaya çıktı, bir bölümü Afrika’ya göç etti ve buradan Dünya’ya yayıldı ya da zaten Afrika’da ortaya çıkmıştı.
Sonuca varacak olursak, insanoğlu günümüzden 100 Bin yıl önce ortaya çıkarak Afrika’dan Kızıldeniz’i geçerek Arap yarımadasına, oradan da tüm dünyaya yayıldılar. Buzul çağının halen devam ettiği bu dönemde sayılarının birkaçbin’i geçmediği düşünülen ilk insanlar, yaşam imkanlarının daha geniş olduğu bölgelere göç etmiş, sayıca çoğalarak toplumları, milletleri ve kültürleri ortaya çıkartmışlardır.
Paleotik Çağ (M.Ö. 100.000 / M.Ö. 10.000)
İnsanoğlunun dünyayı mesken edindiği, farklı coğrafyalara yayıldığı ve Dünya toplumlarının temel unsurlarını oluşturduğu Paleotik dönem, yazılı kayıtların olmayışı ve sert iklim koşullarının ortaya çıkarttığı zorluklar nedeniyle yeteri kadar aydınlatılamıyor. Bu nedenden ötürü Tarihçiler bu döneme karanlık ve kayıtsız tarih adını veriliyor. On binlerce yıldan oluşan bu tarih dilimi, insanlığın temellerinin atıldığı bir dönem olmasının yanında en bilinmeyenli dönem unvanını da fazlasıyla hak ediyor.
İki buçuk milyon yıl önce başlayıp, 600 bin yıl önce zirve noktasına ulaşan buzul çağı, 100 Bin yıl önce ısınmaya başlamış ve nihayetinde 10 Bin yıl önce tamamen sona ermişti. Sert iklim değişiklikleri nedeniyle insanoğlunun yayılıp çoğalmasına engel olan buzullarla dolu kuzey coğrafyası, insanoğluyla birlikte diğer canlılarında çoğunu Afrika steplerine hapsetmişti. Doğa koşullarıyla birlikte vahşi ve yırtıcı hayvanlarla da mücadele etmek zorunda olan insanoğlu, zorlu yaşam mücadelesini sürdürdüğü coğrafyada uzun süredir varlığını sürdürmekteydi.
Paleotik çağı yaşayan ilk insanlar gırtlak sesleriyle konuşarak anlaşabiliyordu. Birbirleriyle iletişim kurabilen, plan yapabilen, küçük topluluklar halinde hareket edebilen bu insanlar henüz sayıları çok azken kabile düzeni sayılamayacak küçük topluluklar halinde mağara ve doğal zorluklardan korunaklı bölgelerde bir arada yaşamaktaydılar. Sayıları ancak binlerle ifade edilen bu topluluk, zaman içerisinde doğal imkanlardan daha fazla faydalanmak amacıyla kuzey bölgelerine doğru hareket etmeye başladılar. İlk insanlar ilk kez ayrılıyor ve bölünüyordu. Zira aynı coğrafyada sıkışarak yaşamak, kısıtlı doğal imkanları paylaşmakta zorluklara neden oluyordu.
Biyolojik olarak tam anlamıyla birbirlerine benzeyen bu topluluk, ilerleyen zaman dilimlerinde küçük hareketlerle kuzey bölgelerine doğru ilerlemeye başladılar. Bu ilerleme yaklaşık olarak 30 bin yıl kadar devam etti. Halen kuzey bölgeleri ağır buzul ikliminden tamamen kurtulabilmiş değildi. Bunun yanında Güney Afrika ılıman ve yağmurlu iklimine sahipti. Kuzeye doğru gerçekleşen bu ilk göç hareketi 70 Binli yıllara kadar sürdü.
Kuzey bölgeleri buzul çağının etkisinde, güney bölgeleri ise ılıman ve yağmurlu iklime sahipti ancak Afrikanın kuzey bölgesi Çöl halindeydi. Ağır karasal iklim, bu topluluğun kuzeye doğru göçünü imkansız hale getirmişti. Göç hareketinin, denize paralel olarak Afrikanın doğusundan yukarı doğru ilerleyişi Kızıl Deniz sahillerinde son buldu. Kavurucu çöl sıcaklarıyla baş edemeyecek olan bu ilk ilkel insanlar, kendilerine çıkış yolu olarak Arap yarım adasını buldular.
Arap yarım adası ile Afrika kıtaları arasındaki en yakın nokta, bugün Cibuti olarak anılan Afrika ülkesi ile Yemen arasında bulunan, Aden körfezi ile Kızıl Denizi ayıran darboğaz alandır. Bu alan, günümüzde yaklaşık olarak 30 Km. civarında bir mesafede bulunur. 70 Bin yıl önce halen devam eden buzul çağının etkisiyle suların daha sığ olduğunu düşünecek olursak, tahminlere göre bu mesafe birkaç kilometre kadardı ve çok daha sığdı. İlk Afrikalı insanlar, bu sığ deniz geçidinden geçerek, Kızıl Deniz’i aşıp yeni bir Kıtaya ayak basmış oldular. Paleotik Çağ’daki dönüm noktası olan bu göç hareketi, Afrikalı ilk insanların Dünyaya yayılmasında kilometre taşı kabul edilir.
İnsanoğlu için yeni bir dönem başladı. 70 Bin yıl önce gerçekleşen bu göç hareketi ile ilk insanların bir bölümü Afrika’da kalmış, göç hareketine girişen diğer bölümü Arap yarım adasına ayak basmıştır. Yapılan araştırmalar, Afrika’nın kuzeyinde olduğu gibi Arap yarım adasının güneyinde de ağır çöl ikliminin bulunduğunu ortaya koyuyor.
Arap Yarım adası, bugün olduğu gibi bundan 70 Bin yıl önce de Çöl iklimine sahipti. Bu konu üzerinde uzun süre çalışmalar yapan Paleontologlar, tutarlı bir dayanak bulunamayan bu tezden vazgeçmeyi bile düşündüler. Ancak yakın zamanda yapılan araştırmalar çok ilginç sonuçlar ortaya çıkarttı. Göç hareketinin gerçekleştiği bölgede yapılan kazı çalışmaları, bu bölgelerde küçük tatlı su kaynakları olduğunu ortaya çıkarttı. Üstelik bu bölgelerden göç eden topluluklara ait kalıntılara da ulaştılar. Böylelikle ilk insanların Afrikadan Arap yarımadasına çıktığı kesin olarak tespit edilmiş oldu.
Arap yarım adasının güneyinden, bugünkü yemen sahillerinden devam eden göç hareketi, kuzeydeki çöl iklimine rağmen sahil boyunca seyrekte olsa bulunabilen tatlı su kaynakları ile mümkün olabildi. Yemen sahilleri boyunca ilerleyen topluluklar, ağır çöl ikliminin hakim olduğu coğrafyada tam anlamıyla bir vaha ile karşılaştılar. Bugün Dahar Vadisi olarak anılan bölge, bundan 70 Bin yıl önce, Arap denizindeki hava akımları sonucu oluşan küçük çaplı bir iklimin etkisindeydi.
Etrafı çöllerle kaplı olan bu bölge, muson rüzgarlarının ortaya çıkarttığı küçük çaplı iklimin etkisiyle bolca yağmur alıyordu. Etrafı çöl iklimiyle çevrili olan vadi, aldığı yağmurların etkisiyle geniş bitki ve hayvan çeşitliliği ile yaşam için fevkalade ideal bir bölge oluşturmuştu. İlk insanlar, daha önce karşılaşmadıkları bu fevkalade çeşitlilikteki bölgeye yerleşerek ve doğal kaynakların sağladığı imkanlarla bu bölgeyi uzun süre mesken tutarak hızla çoğaldılar. Öyleki bulundukları bölgeyi dolduran insanlar, zaman içerisinde göç etme ihtiyacı hissederek arap yarım adasının sahillerinden doğuya doğru yeni göç hareketleri başlattılar.
İlk insanın dünyaya yayılışını bu noktaya kadar adım adım takip edebildik. Afrika’da ortaya çıkan ilk insan toplulukları önce kuzeye, sonra Arap yarım adasına çıktılar, Yemen sahilleri boyunca ilerleyerek Dahar Vadisine ulaştılar. Yaşanabilir tabiatın etkisiyle hızla çoğalarak sayıları artan bu insan toplulukları için artık belirli bir güzergah olmayacaktır.
Arap yarım adasının güneyinden sahil boyunca devam eden göç hareketiyle önce Asya’ya, sonra dünyanın pek çok farklı bölgesine dağınık şekilde göç hareketleri başlatan ilk insanlar, hızla çoğalmaya ve yayılmaya başladılar. Böylece Yerküre, İnsanoğlu ile tanıştı.
Farklı coğrafyaların, farklı iklim koşullarının, farklı güneş ışın açılarının, topraktaki farklı radyoaktivitelerin tesiriyle genetik olarak farklılaşan İnsan toplulukları, dağıldıkları coğrafyalarda kendilerine has genetik ve fiziki görünümlere ayrılmış ve insanlığın temelini teşkil eden ilk etnik unsurları ortaya çıkartmış oldular. İlk dönemlerinde gırtlak sesleriyle anlaşan insanlar, çoğalarak iletişim kurmaya başlamış, gırtlak seslerinden dil ve dudak seslerine geçerek dilleri oluşturdular.
Bu lisanlar topluluklar arasındaki mesafelerin etkisiyle ayrı ayrı geliştiği için ayrı ayrı diller meydana gelmiş oldu. Dilleri ayrılan insanlar, haliyle iletişim güçlükleri sebebiyle ayrışarak etnik unsurlar haline geldiler. Sayıları hızla artan insanoğlu, uzun süre bir arada yaşayarak kendi yaşayış tarzlarını ve kendi kültürlerini oluşturdular.
İnsanlığın varoluşu hakkında muhtelif tez ve teoriler sunulmaktadır. Evrim teorisi, tüm canlıların suda oluşan bir bakteri hücresinden, insanlığında bu hücrenin evrim süreci içerisindeki gelişiminden türediğini tez olarak sunmaktadır.
İslam dini ise insanlığın Adem ve Havva’nın yaradılışıyla türediğini tebliğ etmektedir. Buna mukabil Kur-an’ı Kerim’de Mü’minun suresi 12-14. Ayetlerinde “Andolsun biz insanı çamurdan (süzülmüş) bir hülasadan yarattık” ifadesi mevcuttur. Kimi din alimleri bu ayetin evrim teorisiyle uyuştuğunu ifade etse de bu konudaki görüş şahsa münhasırdır.
Elbette biz insanlığın varoluşu konusunda görüşü kişilere bırakacağız. İnsanlığın varoluşuyla birlikte başlayan Tarih sürecini inceleyerek , insanoğlunun etnik geçmişlerini özetleyeceğiz.
İlk Canlının Ortaya Çıkışı (3.7 Milyar Yıl)
Günümüzün gelişmiş teknikleri ve bu tekniklere dayalı teorilerle ortaya sunulan teze göre 15 Milyar yıl önce meydana gelen büyük patlamayla (Bing Bang) evren oluşmuş, 5 Milyar yıl önce dünya kütlesi meydana gelmiş, 3.7 Milyar yıl öncede Dünya üzerindeki ilk protein ortaya çıkarak ilk canlı hücresi oluşmuştur. En azından günümüz imkanlarıyla ulaşılabilen en kabul edilebilir bulgu bu doğrultudadır.
İlerleyen yüzbinlerce yılda, dünyanın ısı ve su dengesinin ortaya çıkarttığı müsait tabiatla ilk canlılar vücut bularak dünyanın ilk sakinleri haline geldiler. 1800’lü yıllardan itibaren yapılan çalışmalarla gün yüzüne çıkartılan Paleontolojik (Fosil bilimi) araştırmalar, milyonlarca yıl önce varolan canlılara ait önemli bilgilere ulaşabildiler. Ve anladık ki bizden milyonlarca yıl önce büyük kütleli, devasa etobur ve otobur canlılar dünyanın bizden önceki ev sahipleriydi.
Günümüzden 3.7 Milyar yıl önce ortaya çıkan canlılık ve yine zaman içerisinde ortaya çıkan canlı türleri 2.500.000 yıl önce meydana gelen büyük buzul çağıyla önemli ölçüde azaldı ve kimi türler tamamen yok oldu. Bu buzul çağı, milyonlarca yıl devam ederek yeryüzündeki canlıların varlıklarının gelişiminde ve çeşitliliğinde önemli ölçüde engelleyici rol oynadı. Hem canlı türlerinin çok kısıtlı olduğu, hem de soğuk hava koşullarının ipuçları bırakılmasına imkan vermediği bu süre zarfına ait bilgilerimiz oldukça kısıtlı.
2.500.000 yıl önce başlayan Büyük Buzul Çağı ile soğuyan yerküre, ancak 200.000 bin yıl kadar önce ısınmaya başlayarak canlı türlerine daha geniş yaşam imkanları sağlamaya başladı. Bu süreye kadar kısıtlı şartlarda yaşamlarını sürdürmeye çalışan canlı türleri ancak 200.000’li yıllardan sonra çoğalmaya ve yayılmaya başlayabildiler.
Buzul çağının tamamen son bulması ve yer kürenin buzul çağının etkisinden tamamen çıkması ancak 10.000 li yıllarda mümkün olmuştur.
İlk İnsanın Ortaya Çıkışı (M.ö. 200.000 li yıllar)
İlk insanın ortaya çıkışı. Açıkçası günümüz için halen bir bilinmeyen ve gizemli bir olgu. Evrenin varoluşunu, yerküre üzerindeki ilk canlının ortaya çıkışını, milyonlarca yıl önce yaşanmış buzul çağlarını ve canlı türlerini keşfedebilen bilim dünyası henüz İnsanlığın Varoluşu ile ilgili bilinmeyeni tam anlamıyla çözebilmiş değil.
Bilinmeyenlerle dolu bu gizemli varoluş süreci ancak kısıtlı teorilerle açıklanabiliyor. Üstelik sunulan teoriler temel dayanaklarında bile birbirleriyle çatışıyor. İnsanlığın ortaya çıkışı ile ilgili bilinmeyene yolculuğumuzda, bilim dünyasının ortaya çıkarttığı tezleri incelemek ve mantıklı olana itibar etmekle yetineceğiz.
Bilim dünyası, insanlığın kökeni Cromagnon (Kro Magnum) ve Neandertaller dir der. Tam olarak insan olmayan bu tür, insanın atası ve evrim teorisindeki insanla maymun arası bir geçiş evresi olarak değerlendiriliyor. Varoluşları 500 Bin yıl öncesine dayandırılan bu türler, tam olarak insan sayılmamakla birlikte hayvan olarak da nitelendirilmiyor. Konuşmayan, yazmayan, bunun yanında aklıyla hareket eden bu türler, zaman içerisinde insana dönüşerek yeryüzüne dağılmış olduğu ve buzul çağının ortadan kalkmasıyla evrimini tamamladığı kabul edilir.
Evrim teorisinin sunduğu bu teze göre modern insanın atası olan Cromagnon, 500 Bin – 200 Bin yılları arasında varolmuş, 200 Bin’li yıllardan sonra Homo Sapiens’e dönüşmeye başlamış ve günümüz insanı ortaya çıkmıştır. Halen pek çok bilimsel çevre bu teze itibar ediyor, bunun yanında hem tezi destekleyen hem de karşı çıkan çevrelerce bu teze tezat düşen bulgular üzerinde münakaşaya devam ediliyor.
Özetleyecek olursak Bilim dünyası bu konuda kararsız. En azından tartışmasız bir karara varabilmiş değil. Peki kutsal kitaplardan edinebileceğimiz bilgiler nelerdir? Bu noktada Bilim ile Din’i çatıştırma yada kıyaslama yapmayacağız. Hem Bilimden hem de Din’i ilimden elde edeceğimiz bulgularla mantık yürüteceğiz.
Kutsal kitaplar, özellikle de Kur-an’ı Kerim, şüphesiz hem dünya hem insan ile ilgili pek çok bilgi ve bulgu sunuyor. Bilimin, bilginin ve tarih bilincinin çok kısıtlı olduğu bu dönemlerde, Kur-an’ı Kerim’in hem dünyanın hem dünya üzerinde yaşayan canlılar hakkında pek çok bilimsel bulgu sunuyor olması hepimiz için şaşırtıcı ve ibret verici kabul edilir.
Atmosferin katmanlarını, hücrenin yapısını, evrenin tasarımını ve henüz yakın zamanlarda ulaşabildiğimiz bilimsel verilere, günümüzden 1400 yıl önce “Anlayabileceğimiz bir dille” bize sunulmuş olması, insanlığın varoluşu ile ilgili ipuçlarını araştırırken de faydalı olabilecek bilgilere sahip olabileceğini düşündürüyor.
Kur-an ve tahrife uğramış olsa bile İncil ve Tevrat,bize insanlığın varoluşu hakkında belli noktalarda net bilgiler veriyor. Kur-an, insanın bir “çamurdan bir hülasadan” yaratıldığını ifade ediyor. Bu ifade de hülasa, cümle içindeki anlamı itibariyle süzülmüş, özetlenmiş, kaynak olarak kullanılmış gibi anlamlarla ifade ediliyor. Tefsirlerden yorumlayabildiğimiz kadarıyla İnsanoğlunun, bir çamurun içerisindeki ilahi bir kıvılcımla ortaya çıktığı anlaşılıyor.
Evrim teorisinin bu konu hakkındaki tezi, canlı türlerini oluşturan ilk hücrenin su ile toprağın birleştiği bir noktada oluşan bir hücreden meydana geldiğini, bu hücrenin denizde canlı türlerinin oluşumunu sağladığını, sonrasında canlıların sudan çıkarak diğer türleri oluşturduğunu savunur. Bu bakış açısı kimi din adamlarının Evrim teorisi ile Kuran’ın örtüştüğünü, aynı oluşumu anlattığını savunur.
Nitekim, Kur-an, maddi ve şekil olarak bir tarifte bulunmadığından, belirtilen bu ipucunun şekil olarak anlaşılması pek mümkün olmamaktadır. Zira din kitaplarına biyoloji yada benzeri bir konsantre bilim kitabı olarak bakmak yanlış olacaktır. Elbette Kur-an bize anlayabileceğimiz nispette bir özet bilgi veriyor. Biz bu bilgiyi ipucu olarak kullanıp merakımızı gidermeye çalışacağız.
Hem bilimin, hem Kur-an’ın bize sunduğu ipuçlarıyla elde ettiğimiz bulgu, çok net olmamakla birlikte kaynak olarak kullanabileceğimiz bir ortak sonuç ortaya koyuyor. İlk insanın tek bir noktada oluştuğu, bu insanın çoğalarak diğer insan topluluklarına temel teşkil ettiği kabul edilebilir bir gerçek. Paleontolojik çalışmalarda elde edilen ilk insanlara ait bilgiler, günümüzden 100 Bin yıl öncesine ait. Yani ulaşabildiğimiz en eski insan toplulukları bizden 100 Bin yıl önce yaşamıştır diyebiliriz.
İlk insanın ortaya çıktığı bölge halen tartışma konusu. Bu konuda bilim çevreleri, yine elde edilen paleontolojik çalışmalarla insana ait en eski buluntuların Güney Afrika’da olduğunu belirtiyor. Diğer bölgelerde var olduklarına ait fosil bulguları bulunmamış olsa da Güney Afrika’ya sonradan göç etmiş olduklarını kabul etsek bile, buzul çağının etkisi altında bulunan kuzey bölgelerinde yaşam şartlarının zorluğu, diğer insanların yok olmuş olabileceğine yada sayılarının azlığı nedeniyle varlıklarının insanoğlunun göç hareketleriyle oluşan popülasyona bir katkı sağlamadığı görüşü daha ağır basıyor. Bu noktada karşımıza iki olasılık çıkıyor. İnsanoğlu ya Asya’da ortaya çıktı, bir bölümü Afrika’ya göç etti ve buradan Dünya’ya yayıldı ya da zaten Afrika’da ortaya çıkmıştı.
Sonuca varacak olursak, insanoğlu günümüzden 100 Bin yıl önce ortaya çıkarak Afrika’dan Kızıldeniz’i geçerek Arap yarımadasına, oradan da tüm dünyaya yayıldılar. Buzul çağının halen devam ettiği bu dönemde sayılarının birkaçbin’i geçmediği düşünülen ilk insanlar, yaşam imkanlarının daha geniş olduğu bölgelere göç etmiş, sayıca çoğalarak toplumları, milletleri ve kültürleri ortaya çıkartmışlardır.
Paleotik Çağ (M.Ö. 100.000 / M.Ö. 10.000)
İnsanoğlunun dünyayı mesken edindiği, farklı coğrafyalara yayıldığı ve Dünya toplumlarının temel unsurlarını oluşturduğu Paleotik dönem, yazılı kayıtların olmayışı ve sert iklim koşullarının ortaya çıkarttığı zorluklar nedeniyle yeteri kadar aydınlatılamıyor. Bu nedenden ötürü Tarihçiler bu döneme karanlık ve kayıtsız tarih adını veriliyor. On binlerce yıldan oluşan bu tarih dilimi, insanlığın temellerinin atıldığı bir dönem olmasının yanında en bilinmeyenli dönem unvanını da fazlasıyla hak ediyor.
İki buçuk milyon yıl önce başlayıp, 600 bin yıl önce zirve noktasına ulaşan buzul çağı, 100 Bin yıl önce ısınmaya başlamış ve nihayetinde 10 Bin yıl önce tamamen sona ermişti. Sert iklim değişiklikleri nedeniyle insanoğlunun yayılıp çoğalmasına engel olan buzullarla dolu kuzey coğrafyası, insanoğluyla birlikte diğer canlılarında çoğunu Afrika steplerine hapsetmişti. Doğa koşullarıyla birlikte vahşi ve yırtıcı hayvanlarla da mücadele etmek zorunda olan insanoğlu, zorlu yaşam mücadelesini sürdürdüğü coğrafyada uzun süredir varlığını sürdürmekteydi.
Paleotik çağı yaşayan ilk insanlar gırtlak sesleriyle konuşarak anlaşabiliyordu. Birbirleriyle iletişim kurabilen, plan yapabilen, küçük topluluklar halinde hareket edebilen bu insanlar henüz sayıları çok azken kabile düzeni sayılamayacak küçük topluluklar halinde mağara ve doğal zorluklardan korunaklı bölgelerde bir arada yaşamaktaydılar. Sayıları ancak binlerle ifade edilen bu topluluk, zaman içerisinde doğal imkanlardan daha fazla faydalanmak amacıyla kuzey bölgelerine doğru hareket etmeye başladılar. İlk insanlar ilk kez ayrılıyor ve bölünüyordu. Zira aynı coğrafyada sıkışarak yaşamak, kısıtlı doğal imkanları paylaşmakta zorluklara neden oluyordu.
Biyolojik olarak tam anlamıyla birbirlerine benzeyen bu topluluk, ilerleyen zaman dilimlerinde küçük hareketlerle kuzey bölgelerine doğru ilerlemeye başladılar. Bu ilerleme yaklaşık olarak 30 bin yıl kadar devam etti. Halen kuzey bölgeleri ağır buzul ikliminden tamamen kurtulabilmiş değildi. Bunun yanında Güney Afrika ılıman ve yağmurlu iklimine sahipti. Kuzeye doğru gerçekleşen bu ilk göç hareketi 70 Binli yıllara kadar sürdü.
Kuzey bölgeleri buzul çağının etkisinde, güney bölgeleri ise ılıman ve yağmurlu iklime sahipti ancak Afrikanın kuzey bölgesi Çöl halindeydi. Ağır karasal iklim, bu topluluğun kuzeye doğru göçünü imkansız hale getirmişti. Göç hareketinin, denize paralel olarak Afrikanın doğusundan yukarı doğru ilerleyişi Kızıl Deniz sahillerinde son buldu. Kavurucu çöl sıcaklarıyla baş edemeyecek olan bu ilk ilkel insanlar, kendilerine çıkış yolu olarak Arap yarım adasını buldular.
Arap yarım adası ile Afrika kıtaları arasındaki en yakın nokta, bugün Cibuti olarak anılan Afrika ülkesi ile Yemen arasında bulunan, Aden körfezi ile Kızıl Denizi ayıran darboğaz alandır. Bu alan, günümüzde yaklaşık olarak 30 Km. civarında bir mesafede bulunur. 70 Bin yıl önce halen devam eden buzul çağının etkisiyle suların daha sığ olduğunu düşünecek olursak, tahminlere göre bu mesafe birkaç kilometre kadardı ve çok daha sığdı. İlk Afrikalı insanlar, bu sığ deniz geçidinden geçerek, Kızıl Deniz’i aşıp yeni bir Kıtaya ayak basmış oldular. Paleotik Çağ’daki dönüm noktası olan bu göç hareketi, Afrikalı ilk insanların Dünyaya yayılmasında kilometre taşı kabul edilir.
İnsanoğlu için yeni bir dönem başladı. 70 Bin yıl önce gerçekleşen bu göç hareketi ile ilk insanların bir bölümü Afrika’da kalmış, göç hareketine girişen diğer bölümü Arap yarım adasına ayak basmıştır. Yapılan araştırmalar, Afrika’nın kuzeyinde olduğu gibi Arap yarım adasının güneyinde de ağır çöl ikliminin bulunduğunu ortaya koyuyor.
Arap Yarım adası, bugün olduğu gibi bundan 70 Bin yıl önce de Çöl iklimine sahipti. Bu konu üzerinde uzun süre çalışmalar yapan Paleontologlar, tutarlı bir dayanak bulunamayan bu tezden vazgeçmeyi bile düşündüler. Ancak yakın zamanda yapılan araştırmalar çok ilginç sonuçlar ortaya çıkarttı. Göç hareketinin gerçekleştiği bölgede yapılan kazı çalışmaları, bu bölgelerde küçük tatlı su kaynakları olduğunu ortaya çıkarttı. Üstelik bu bölgelerden göç eden topluluklara ait kalıntılara da ulaştılar. Böylelikle ilk insanların Afrikadan Arap yarımadasına çıktığı kesin olarak tespit edilmiş oldu.
Arap yarım adasının güneyinden, bugünkü yemen sahillerinden devam eden göç hareketi, kuzeydeki çöl iklimine rağmen sahil boyunca seyrekte olsa bulunabilen tatlı su kaynakları ile mümkün olabildi. Yemen sahilleri boyunca ilerleyen topluluklar, ağır çöl ikliminin hakim olduğu coğrafyada tam anlamıyla bir vaha ile karşılaştılar. Bugün Dahar Vadisi olarak anılan bölge, bundan 70 Bin yıl önce, Arap denizindeki hava akımları sonucu oluşan küçük çaplı bir iklimin etkisindeydi.
Etrafı çöllerle kaplı olan bu bölge, muson rüzgarlarının ortaya çıkarttığı küçük çaplı iklimin etkisiyle bolca yağmur alıyordu. Etrafı çöl iklimiyle çevrili olan vadi, aldığı yağmurların etkisiyle geniş bitki ve hayvan çeşitliliği ile yaşam için fevkalade ideal bir bölge oluşturmuştu. İlk insanlar, daha önce karşılaşmadıkları bu fevkalade çeşitlilikteki bölgeye yerleşerek ve doğal kaynakların sağladığı imkanlarla bu bölgeyi uzun süre mesken tutarak hızla çoğaldılar. Öyleki bulundukları bölgeyi dolduran insanlar, zaman içerisinde göç etme ihtiyacı hissederek arap yarım adasının sahillerinden doğuya doğru yeni göç hareketleri başlattılar.
İlk insanın dünyaya yayılışını bu noktaya kadar adım adım takip edebildik. Afrika’da ortaya çıkan ilk insan toplulukları önce kuzeye, sonra Arap yarım adasına çıktılar, Yemen sahilleri boyunca ilerleyerek Dahar Vadisine ulaştılar. Yaşanabilir tabiatın etkisiyle hızla çoğalarak sayıları artan bu insan toplulukları için artık belirli bir güzergah olmayacaktır.
Arap yarım adasının güneyinden sahil boyunca devam eden göç hareketiyle önce Asya’ya, sonra dünyanın pek çok farklı bölgesine dağınık şekilde göç hareketleri başlatan ilk insanlar, hızla çoğalmaya ve yayılmaya başladılar. Böylece Yerküre, İnsanoğlu ile tanıştı.
Farklı coğrafyaların, farklı iklim koşullarının, farklı güneş ışın açılarının, topraktaki farklı radyoaktivitelerin tesiriyle genetik olarak farklılaşan İnsan toplulukları, dağıldıkları coğrafyalarda kendilerine has genetik ve fiziki görünümlere ayrılmış ve insanlığın temelini teşkil eden ilk etnik unsurları ortaya çıkartmış oldular. İlk dönemlerinde gırtlak sesleriyle anlaşan insanlar, çoğalarak iletişim kurmaya başlamış, gırtlak seslerinden dil ve dudak seslerine geçerek dilleri oluşturdular.
Bu lisanlar topluluklar arasındaki mesafelerin etkisiyle ayrı ayrı geliştiği için ayrı ayrı diller meydana gelmiş oldu. Dilleri ayrılan insanlar, haliyle iletişim güçlükleri sebebiyle ayrışarak etnik unsurlar haline geldiler. Sayıları hızla artan insanoğlu, uzun süre bir arada yaşayarak kendi yaşayış tarzlarını ve kendi kültürlerini oluşturdular.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)