İnsanlığın Varoluşu ve İlk İnsanlar. İnsanoğlunun ortaya
çıkışı ve ilk insan toplulukları ile ilgili araştırma
notları.
İnsanlığın varoluşu hakkında muhtelif tez
ve teoriler sunulmaktadır. Evrim teorisi, tüm
canlıların suda oluşan bir bakteri hücresinden, insanlığında bu hücrenin evrim
süreci içerisindeki gelişiminden türediğini tez olarak sunmaktadır.
İslam dini
ise insanlığın Adem ve Havva’nın yaradılışıyla türediğini tebliğ etmektedir.
Buna mukabil Kur-an’ı Kerim’de Mü’minun suresi 12-14. Ayetlerinde “Andolsun biz
insanı çamurdan (süzülmüş) bir hülasadan yarattık” ifadesi mevcuttur. Kimi din
alimleri bu ayetin evrim teorisiyle uyuştuğunu ifade etse de bu konudaki görüş
şahsa münhasırdır.
Elbette biz insanlığın varoluşu konusunda görüşü kişilere
bırakacağız. İnsanlığın varoluşuyla birlikte başlayan Tarih sürecini inceleyerek
, insanoğlunun etnik geçmişlerini özetleyeceğiz.
İlk Canlının Ortaya Çıkışı (3.7 Milyar
Yıl)
Günümüzün gelişmiş teknikleri ve bu tekniklere dayalı teorilerle
ortaya sunulan teze göre 15 Milyar yıl önce meydana gelen büyük patlamayla (Bing
Bang) evren oluşmuş, 5 Milyar yıl önce dünya kütlesi meydana gelmiş, 3.7 Milyar
yıl öncede Dünya üzerindeki ilk protein ortaya çıkarak ilk canlı hücresi
oluşmuştur. En azından günümüz imkanlarıyla ulaşılabilen en kabul edilebilir
bulgu bu doğrultudadır.
İlerleyen yüzbinlerce yılda, dünyanın ısı ve su dengesinin
ortaya çıkarttığı müsait tabiatla ilk canlılar vücut bularak dünyanın ilk
sakinleri haline geldiler. 1800’lü yıllardan itibaren yapılan çalışmalarla gün
yüzüne çıkartılan Paleontolojik (Fosil bilimi) araştırmalar, milyonlarca yıl
önce varolan canlılara ait önemli bilgilere ulaşabildiler. Ve anladık ki bizden
milyonlarca yıl önce büyük kütleli, devasa etobur ve otobur canlılar dünyanın
bizden önceki ev sahipleriydi.
Günümüzden 3.7 Milyar yıl önce ortaya çıkan canlılık ve yine
zaman içerisinde ortaya çıkan canlı türleri 2.500.000 yıl önce meydana gelen
büyük buzul çağıyla önemli ölçüde azaldı ve kimi türler tamamen yok oldu. Bu
buzul çağı, milyonlarca yıl devam ederek yeryüzündeki canlıların varlıklarının
gelişiminde ve çeşitliliğinde önemli ölçüde engelleyici rol oynadı. Hem canlı
türlerinin çok kısıtlı olduğu, hem de soğuk hava koşullarının ipuçları
bırakılmasına imkan vermediği bu süre zarfına ait bilgilerimiz oldukça
kısıtlı.
2.500.000 yıl önce başlayan Büyük Buzul Çağı ile soğuyan
yerküre, ancak 200.000 bin yıl kadar önce ısınmaya başlayarak canlı türlerine
daha geniş yaşam imkanları sağlamaya başladı. Bu süreye kadar kısıtlı şartlarda
yaşamlarını sürdürmeye çalışan canlı türleri ancak 200.000’li yıllardan sonra
çoğalmaya ve yayılmaya başlayabildiler.
Buzul çağının tamamen son bulması ve yer kürenin buzul çağının
etkisinden tamamen çıkması ancak 10.000 li yıllarda mümkün olmuştur.
İlk İnsanın Ortaya Çıkışı (M.ö. 200.000 li
yıllar)
İlk insanın ortaya çıkışı. Açıkçası günümüz için halen bir
bilinmeyen ve gizemli bir olgu. Evrenin varoluşunu, yerküre üzerindeki ilk
canlının ortaya çıkışını, milyonlarca yıl önce yaşanmış buzul çağlarını ve canlı
türlerini keşfedebilen bilim dünyası henüz İnsanlığın Varoluşu ile ilgili
bilinmeyeni tam anlamıyla çözebilmiş değil.
Bilinmeyenlerle dolu bu gizemli varoluş süreci ancak kısıtlı
teorilerle açıklanabiliyor. Üstelik sunulan teoriler temel dayanaklarında bile
birbirleriyle çatışıyor. İnsanlığın ortaya çıkışı ile ilgili bilinmeyene
yolculuğumuzda, bilim dünyasının ortaya çıkarttığı tezleri incelemek ve mantıklı
olana itibar etmekle yetineceğiz.
Bilim dünyası, insanlığın kökeni Cromagnon (Kro Magnum) ve
Neandertaller dir der. Tam olarak insan olmayan bu tür, insanın atası ve evrim
teorisindeki insanla maymun arası bir geçiş evresi olarak değerlendiriliyor.
Varoluşları 500 Bin yıl öncesine dayandırılan bu türler, tam olarak insan
sayılmamakla birlikte hayvan olarak da nitelendirilmiyor. Konuşmayan, yazmayan,
bunun yanında aklıyla hareket eden bu türler, zaman içerisinde insana dönüşerek
yeryüzüne dağılmış olduğu ve buzul çağının ortadan kalkmasıyla evrimini
tamamladığı kabul edilir.
Evrim teorisinin sunduğu bu teze göre modern insanın atası olan
Cromagnon, 500 Bin – 200 Bin yılları arasında varolmuş, 200 Bin’li yıllardan
sonra Homo Sapiens’e dönüşmeye başlamış ve günümüz insanı ortaya çıkmıştır.
Halen pek çok bilimsel çevre bu teze itibar ediyor, bunun yanında hem tezi
destekleyen hem de karşı çıkan çevrelerce bu teze tezat düşen bulgular üzerinde
münakaşaya devam ediliyor.
Özetleyecek olursak Bilim dünyası bu konuda kararsız. En azından
tartışmasız bir karara varabilmiş değil. Peki kutsal kitaplardan
edinebileceğimiz bilgiler nelerdir? Bu noktada Bilim ile Din’i çatıştırma yada
kıyaslama yapmayacağız. Hem Bilimden hem de Din’i ilimden elde edeceğimiz
bulgularla mantık yürüteceğiz.
Kutsal kitaplar, özellikle de Kur-an’ı Kerim, şüphesiz hem dünya
hem insan ile ilgili pek çok bilgi ve bulgu sunuyor. Bilimin, bilginin ve tarih
bilincinin çok kısıtlı olduğu bu dönemlerde, Kur-an’ı Kerim’in hem dünyanın hem
dünya üzerinde yaşayan canlılar hakkında pek çok bilimsel bulgu sunuyor olması
hepimiz için şaşırtıcı ve ibret verici kabul edilir.
Atmosferin katmanlarını,
hücrenin yapısını, evrenin tasarımını ve henüz yakın zamanlarda ulaşabildiğimiz
bilimsel verilere, günümüzden 1400 yıl önce “Anlayabileceğimiz bir dille” bize
sunulmuş olması, insanlığın varoluşu ile ilgili ipuçlarını araştırırken de
faydalı olabilecek bilgilere sahip olabileceğini düşündürüyor.
Kur-an ve tahrife uğramış olsa bile İncil ve Tevrat,bize
insanlığın varoluşu hakkında belli noktalarda net bilgiler veriyor. Kur-an,
insanın bir “çamurdan bir hülasadan” yaratıldığını ifade ediyor. Bu ifade de
hülasa, cümle içindeki anlamı itibariyle süzülmüş, özetlenmiş, kaynak olarak
kullanılmış gibi anlamlarla ifade ediliyor. Tefsirlerden yorumlayabildiğimiz
kadarıyla İnsanoğlunun, bir çamurun içerisindeki ilahi bir kıvılcımla ortaya
çıktığı anlaşılıyor.
Evrim teorisinin bu konu hakkındaki tezi, canlı türlerini
oluşturan ilk hücrenin su ile toprağın birleştiği bir noktada oluşan bir
hücreden meydana geldiğini, bu hücrenin denizde canlı türlerinin oluşumunu
sağladığını, sonrasında canlıların sudan çıkarak diğer türleri oluşturduğunu
savunur. Bu bakış açısı kimi din adamlarının Evrim teorisi ile Kuran’ın
örtüştüğünü, aynı oluşumu anlattığını savunur.
Nitekim, Kur-an, maddi ve şekil
olarak bir tarifte bulunmadığından, belirtilen bu ipucunun şekil olarak
anlaşılması pek mümkün olmamaktadır. Zira din kitaplarına biyoloji yada benzeri
bir konsantre bilim kitabı olarak bakmak yanlış olacaktır. Elbette Kur-an bize
anlayabileceğimiz nispette bir özet bilgi veriyor. Biz bu bilgiyi ipucu olarak
kullanıp merakımızı gidermeye çalışacağız.
Hem bilimin, hem Kur-an’ın bize sunduğu ipuçlarıyla elde
ettiğimiz bulgu, çok net olmamakla birlikte kaynak olarak kullanabileceğimiz bir
ortak sonuç ortaya koyuyor. İlk insanın tek bir noktada oluştuğu, bu insanın
çoğalarak diğer insan topluluklarına temel teşkil ettiği kabul edilebilir bir
gerçek. Paleontolojik çalışmalarda elde edilen ilk insanlara ait bilgiler,
günümüzden 100 Bin yıl öncesine ait. Yani ulaşabildiğimiz en eski insan
toplulukları bizden 100 Bin yıl önce yaşamıştır diyebiliriz.
İlk insanın ortaya çıktığı bölge halen tartışma konusu. Bu
konuda bilim çevreleri, yine elde edilen paleontolojik çalışmalarla insana ait
en eski buluntuların Güney Afrika’da olduğunu belirtiyor. Diğer bölgelerde var
olduklarına ait fosil bulguları bulunmamış olsa da Güney Afrika’ya sonradan göç
etmiş olduklarını kabul etsek bile, buzul çağının etkisi altında bulunan kuzey
bölgelerinde yaşam şartlarının zorluğu, diğer insanların yok olmuş olabileceğine
yada sayılarının azlığı nedeniyle varlıklarının insanoğlunun göç hareketleriyle
oluşan popülasyona bir katkı sağlamadığı görüşü daha ağır basıyor. Bu noktada
karşımıza iki olasılık çıkıyor. İnsanoğlu ya Asya’da ortaya çıktı, bir bölümü
Afrika’ya göç etti ve buradan Dünya’ya yayıldı ya da zaten Afrika’da ortaya
çıkmıştı.
Sonuca varacak olursak, insanoğlu günümüzden 100 Bin yıl önce
ortaya çıkarak Afrika’dan Kızıldeniz’i geçerek Arap yarımadasına, oradan da tüm
dünyaya yayıldılar. Buzul çağının halen devam ettiği bu dönemde sayılarının
birkaçbin’i geçmediği düşünülen ilk insanlar, yaşam imkanlarının daha geniş
olduğu bölgelere göç etmiş, sayıca çoğalarak toplumları, milletleri ve
kültürleri ortaya çıkartmışlardır.
Paleotik Çağ (M.Ö. 100.000 / M.Ö.
10.000)
İnsanoğlunun dünyayı mesken edindiği, farklı coğrafyalara
yayıldığı ve Dünya toplumlarının temel unsurlarını oluşturduğu Paleotik dönem,
yazılı kayıtların olmayışı ve sert iklim koşullarının ortaya çıkarttığı
zorluklar nedeniyle yeteri kadar aydınlatılamıyor. Bu nedenden ötürü Tarihçiler
bu döneme karanlık ve kayıtsız tarih adını veriliyor. On binlerce yıldan oluşan
bu tarih dilimi, insanlığın temellerinin atıldığı bir dönem olmasının yanında en
bilinmeyenli dönem unvanını da fazlasıyla hak ediyor.
İki buçuk milyon yıl önce başlayıp, 600 bin yıl önce zirve
noktasına ulaşan buzul çağı, 100 Bin yıl önce ısınmaya başlamış ve nihayetinde
10 Bin yıl önce tamamen sona ermişti. Sert iklim değişiklikleri nedeniyle
insanoğlunun yayılıp çoğalmasına engel olan buzullarla dolu kuzey coğrafyası,
insanoğluyla birlikte diğer canlılarında çoğunu Afrika steplerine hapsetmişti.
Doğa koşullarıyla birlikte vahşi ve yırtıcı hayvanlarla da mücadele etmek
zorunda olan insanoğlu, zorlu yaşam mücadelesini sürdürdüğü coğrafyada uzun
süredir varlığını sürdürmekteydi.
Paleotik çağı yaşayan ilk insanlar gırtlak sesleriyle konuşarak
anlaşabiliyordu. Birbirleriyle iletişim kurabilen, plan yapabilen, küçük
topluluklar halinde hareket edebilen bu insanlar henüz sayıları çok azken kabile
düzeni sayılamayacak küçük topluluklar halinde mağara ve doğal zorluklardan
korunaklı bölgelerde bir arada yaşamaktaydılar. Sayıları ancak binlerle ifade
edilen bu topluluk, zaman içerisinde doğal imkanlardan daha fazla faydalanmak
amacıyla kuzey bölgelerine doğru hareket etmeye başladılar. İlk insanlar ilk kez
ayrılıyor ve bölünüyordu. Zira aynı coğrafyada sıkışarak yaşamak, kısıtlı doğal
imkanları paylaşmakta zorluklara neden oluyordu.
Biyolojik olarak tam anlamıyla birbirlerine benzeyen bu
topluluk, ilerleyen zaman dilimlerinde küçük hareketlerle kuzey bölgelerine
doğru ilerlemeye başladılar. Bu ilerleme yaklaşık olarak 30 bin yıl kadar devam
etti. Halen kuzey bölgeleri ağır buzul ikliminden tamamen kurtulabilmiş değildi.
Bunun yanında Güney Afrika ılıman ve yağmurlu iklimine sahipti. Kuzeye doğru
gerçekleşen bu ilk göç hareketi 70 Binli yıllara kadar sürdü.
Kuzey bölgeleri
buzul çağının etkisinde, güney bölgeleri ise ılıman ve yağmurlu iklime sahipti
ancak Afrikanın kuzey bölgesi Çöl halindeydi. Ağır karasal iklim, bu topluluğun
kuzeye doğru göçünü imkansız hale getirmişti. Göç hareketinin, denize paralel
olarak Afrikanın doğusundan yukarı doğru ilerleyişi Kızıl Deniz sahillerinde son
buldu. Kavurucu çöl sıcaklarıyla baş edemeyecek olan bu ilk ilkel insanlar,
kendilerine çıkış yolu olarak Arap yarım adasını buldular.
Arap yarım adası ile
Afrika kıtaları arasındaki en yakın nokta, bugün Cibuti olarak anılan Afrika
ülkesi ile Yemen arasında bulunan, Aden körfezi ile Kızıl Denizi ayıran darboğaz
alandır. Bu alan, günümüzde yaklaşık olarak 30 Km. civarında bir mesafede
bulunur. 70 Bin yıl önce halen devam eden buzul çağının etkisiyle suların daha
sığ olduğunu düşünecek olursak, tahminlere göre bu mesafe birkaç kilometre
kadardı ve çok daha sığdı. İlk Afrikalı insanlar, bu sığ deniz geçidinden
geçerek, Kızıl Deniz’i aşıp yeni bir Kıtaya ayak basmış oldular. Paleotik
Çağ’daki dönüm noktası olan bu göç hareketi, Afrikalı ilk insanların Dünyaya
yayılmasında kilometre taşı kabul edilir.
İnsanoğlu için yeni bir dönem başladı. 70 Bin yıl önce
gerçekleşen bu göç hareketi ile ilk insanların bir bölümü Afrika’da kalmış, göç
hareketine girişen diğer bölümü Arap yarım adasına ayak basmıştır. Yapılan
araştırmalar, Afrika’nın kuzeyinde olduğu gibi Arap yarım adasının güneyinde de
ağır çöl ikliminin bulunduğunu ortaya koyuyor.
Arap Yarım adası, bugün olduğu
gibi bundan 70 Bin yıl önce de Çöl iklimine sahipti. Bu konu üzerinde uzun süre
çalışmalar yapan Paleontologlar, tutarlı bir dayanak bulunamayan bu tezden
vazgeçmeyi bile düşündüler. Ancak yakın zamanda yapılan araştırmalar çok ilginç
sonuçlar ortaya çıkarttı. Göç hareketinin gerçekleştiği bölgede yapılan kazı
çalışmaları, bu bölgelerde küçük tatlı su kaynakları olduğunu ortaya çıkarttı.
Üstelik bu bölgelerden göç eden topluluklara ait kalıntılara da ulaştılar.
Böylelikle ilk insanların Afrikadan Arap yarımadasına çıktığı kesin olarak
tespit edilmiş oldu.
Arap yarım adasının güneyinden, bugünkü yemen sahillerinden
devam eden göç hareketi, kuzeydeki çöl iklimine rağmen sahil boyunca seyrekte
olsa bulunabilen tatlı su kaynakları ile mümkün olabildi. Yemen sahilleri
boyunca ilerleyen topluluklar, ağır çöl ikliminin hakim olduğu coğrafyada tam
anlamıyla bir vaha ile karşılaştılar. Bugün Dahar Vadisi olarak anılan bölge,
bundan 70 Bin yıl önce, Arap denizindeki hava akımları sonucu oluşan küçük çaplı
bir iklimin etkisindeydi.
Etrafı çöllerle kaplı olan bu bölge, muson
rüzgarlarının ortaya çıkarttığı küçük çaplı iklimin etkisiyle bolca yağmur
alıyordu. Etrafı çöl iklimiyle çevrili olan vadi, aldığı yağmurların etkisiyle
geniş bitki ve hayvan çeşitliliği ile yaşam için fevkalade ideal bir bölge
oluşturmuştu. İlk insanlar, daha önce karşılaşmadıkları bu fevkalade
çeşitlilikteki bölgeye yerleşerek ve doğal kaynakların sağladığı imkanlarla bu
bölgeyi uzun süre mesken tutarak hızla çoğaldılar. Öyleki bulundukları bölgeyi
dolduran insanlar, zaman içerisinde göç etme ihtiyacı hissederek arap yarım
adasının sahillerinden doğuya doğru yeni göç hareketleri başlattılar.
İlk insanın dünyaya yayılışını bu noktaya kadar adım adım takip
edebildik. Afrika’da ortaya çıkan ilk insan toplulukları önce kuzeye, sonra Arap
yarım adasına çıktılar, Yemen sahilleri boyunca ilerleyerek Dahar Vadisine
ulaştılar. Yaşanabilir tabiatın etkisiyle hızla çoğalarak sayıları artan bu
insan toplulukları için artık belirli bir güzergah olmayacaktır.
Arap yarım
adasının güneyinden sahil boyunca devam eden göç hareketiyle önce Asya’ya, sonra
dünyanın pek çok farklı bölgesine dağınık şekilde göç hareketleri başlatan ilk
insanlar, hızla çoğalmaya ve yayılmaya başladılar. Böylece Yerküre, İnsanoğlu
ile tanıştı.
Farklı coğrafyaların, farklı iklim koşullarının, farklı güneş
ışın açılarının, topraktaki farklı radyoaktivitelerin tesiriyle genetik olarak
farklılaşan İnsan toplulukları, dağıldıkları coğrafyalarda kendilerine has
genetik ve fiziki görünümlere ayrılmış ve insanlığın temelini teşkil eden ilk
etnik unsurları ortaya çıkartmış oldular. İlk dönemlerinde gırtlak sesleriyle
anlaşan insanlar, çoğalarak iletişim kurmaya başlamış, gırtlak seslerinden dil
ve dudak seslerine geçerek dilleri oluşturdular.
Bu lisanlar topluluklar
arasındaki mesafelerin etkisiyle ayrı ayrı geliştiği için ayrı ayrı diller
meydana gelmiş oldu. Dilleri ayrılan insanlar, haliyle iletişim güçlükleri
sebebiyle ayrışarak etnik unsurlar haline geldiler. Sayıları hızla artan
insanoğlu, uzun süre bir arada yaşayarak kendi yaşayış tarzlarını ve kendi
kültürlerini oluşturdular.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder